İlginç bir analiz yaptı!

İlginç bir analiz yaptı!
Güncelleme:

Burada Özkök’ün konumu falan da değil belirleyici olan. Sadece bir İstanbul gazetecisiyle, Ankara gazetecisi arasındaki farklılık dikkat çekici.

Üzerindeki gürültüler biraz dağılsın da rahat rahat okuyayım istiyordum, geçenlerde hastalanınca fırsat doğdu ve bir günde Emin Çölaşan’ın “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi” kitabını bitirdim. Çölaşan’ın yazarlık kalitesine söz etmeye gerek yok. Bir macera romanı diliyle kaleme almış bu kitabı da, bir çırpıda okunuyor, bitiyor. Sayfaları nefes nefese çeviriyorsunuz ve “Daha fazla, daha fazla!” diye doymak bilmez bir iştahla kapatıyorsunuz kitabı. Çölaşan-Hürriyet ilişkisinin tatsız sonuyla ilgili herkes bir şey söyledi, çok yorum yapıldı; “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi”de ilgimi kovulma hikayesinden daha çok iki gazetecinin karşılıklı ilişkisi çekti. Kitabın aktardığı süreç içinde Ertuğrul Özkök ve Emin Çölaşan sık sık, çoğu zaman da “kriz yönetmek” üzere bir araya geliyorlar, fazlaca telefonla konuşuyorlar. Çölaşan alıştığımız gazeteci titizliğiyle bu görüşmeleri ve telefonların kaydını tutmuş. Her şeyin yeri zamanı belli. Bu buluşmaların pek çoğunda Çölaşan mutsuz ve sinirli. Ya yazılarından cümle çıkartılmış oluyor ya da kendisine yeni bir tebligat yapılıyor. Ancak karşı taraf, yani Ertuğrul Özkök olabildiğince rahat. Doğrusu, ikisinin ilişkisinin yıllar içinde aldığı şekle bakıldığında ortada AKP olmasa da beraber daha fazla pek çalışamayacakları hissini ediniyor insan. Nasıl denir; “farklı dünyaların insanı” olmuşlar. Burada Özkök’ün konumu falan da değil belirleyici olan. Sadece bir İstanbul gazetecisiyle, Ankara gazetecisi arasındaki farklılık dikkat çekici. Mesela, Çölaşan’ın haklı olarak yazısı üzerinde titizlendiği bir kriz gecesi Özkök’le konuşuyorlar. Yayın yönetmeni yurtdışında olduğunu, dönünce ilgileneceğini söylüyor. Çölaşan ertesi gün gazeteyi açıyor ve Özkök’ün Claudia Schiffer’la röportaj yaptığını görüyor. Doğal olarak da kendi krizinin hacmi karşısında Schiffer röportajını önemsiz buluyor, hatta küçümsüyor. Kırılıyor. Bir gün yemekteler ve teknolojiye ilgisini bildiğimiz Özkök belli ki çok heyecanlı. Blackberry almış ve daha yeni aldığı anlaşılıyor. Çölaşan hiç oralarda değil tabii ki. Ama Özkök cebinden Blackberry’sini çıkartıyor ve aletin özelliklerini anlatmaya başlıyor. Sürekli e-mail alıp gönderen alet için “Böylece yazılarını artık ben neredeysen bana ulaşacak” diyor. Çölaşan’ın buna karşılık yanıtı: “Demek artık bununla makaslayacaksın.” Kısıtlı vakitleri var, bir saatlik akşam yemeği randevusunda Özkök’le Çölaşan. Ardından Özkök havaalanına gidip uçağa yetişecek. Yemeğin büyük bölümünde Özkök cep telefonundan Reşit Soley’i bulmaya çalışıyor. Çünkü onun Bozcaada’da ürettiği yeni şaraptan edinmek istiyor. Soley’in Corvus şarapları hakikaten de Türkiye’nin en iyi yerli şarabı şu anda; bir şarap severi heyecanlandırması da çok doğal. Ama bu Özkök’ün dünyası ve Çölaşan’da bir karşılığı yok... İkilinin hayata bakışları şüphesiz gazetecilik anlayışlarına da yansıyor. Özkök, sadece siyasetle beslenmeyen, hayatın başka renklerine de açık bir gazeteciliği tercih ediyor. Ankara’da yaşayan Çölaşan’ın dünyasında ise en önemli şeyler iktidarlar, yolsuzluklar, dosyalar... Biri için bardağın yarısı dolu, diğeri için boş... Biri diğerinden daha kötüdür, üstündür ya da gereklidir dediğim de düşünülmesin. Gazetecilik, içine hepsini alabilecek bir dünya. Ve her şey bir yana, görüşlerine katılın katılmayın, bütün farklılıklarımıza rağmen, Emin Çölaşan’ın kitabının sayfaları arasında gezinirken onun köşe yazarlığını da çok özlediğimi fark ettim.