Televizyon 'Aptal kutusu' mu? Serdar Turgut bir polemiğe daha imza attı!

Televizyon 'Aptal kutusu' mu? Serdar Turgut bir polemiğe daha imza attı!
Güncelleme:

Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut, bugünkü köşesinde televizyonun bir aptal kutusu olduğunu iddia etti! Peki Turgut'u bu düşünceye iten ne oldu?

Televizyonu ‘aptal kutusu’ diye nitelendiren tavır hayli yaygındır. Üstelik bu ciddi teorik bir çabanın sonucunda formüle edilmiştir. Özetle; televizyonda sürekli olarak fazla anlamlı olmayan, sadece eğlendirmeyi, vakit geçirtmeyi hedefleyen programların var olması bu ‘aptal kutusu’ tanımını hayli yaygınlaştırmıştır. Bu yaklaşımın artık geçerliliğinin kalmadığını düşünüyorum. Çünkü global televizyon piyasasında popülerliği olan son dizilere baktığınızda hepsinde bir değişim yaşanmakta. Bu değişimi tespit edemezsek televizyona karşı tavrımız cahilce ve önyargılı kalır. Ne oldu global televizyon piyasasında? Artık, 1970’ler, 1980’lerde olduğu gibi fazla anlamlı olmayan, yüzeysel diziler izleyiciyi tatmin etmiyor. Piyasada senaryoları üzerinde çok uğraşılarak ve usta yazarlar tarafından kaleme alınmış, ana konusu ne olursa olsun insanı düşünmeye iten programlar popüler olmaya başladı. Her tür (genre) televizyon dizisinde bu değişimi görmek mümkün. Örneğin; aslında belirli bir formüle dayanılarak çekilen polisiye dizilerine bakalım. Artık polisiye dizilerde sadece suç ve suçlu peşinde koşuşturan polisler yer almıyor, bunun dışında mutlaka Adli Tıp da işin içine sokuluyor. İzleyiciye Adli Tıp çalışmaları anlatılırken ciddi bilimsel bilgi de veriliyor (CSI Miami dizisi bu açıdan eski tür polisiye ile yeni tür arasında bir geçiş türüdür. Çünkü iki türden unsurları da içerir. Daha sonraki CSI dizilerinde laboratuvar ağırlık kazanmıştır). Bilim kurguda da durum böyle. Gayet tabii ki bilim kurgunun klasik anlatım biçimi korunuyor ama anlatılanın bir alt düzeyinde karmaşık sosyal ilişkiler irdeleniyor. ‘Uzay Yolu’nun yeni dönem versiyonu olarak kabul edilebilecek ‘Battleship Galactica’ dizisinde bile bu böyle. Bilim kurguda sosyal ilişkilerin masaya yatırılması belki hep vardı da bu kez yeni uygulanan bir anlatım biçimiyle çok katmanlı anlatım tercih ediliyor ve çeşitli toplum kesimleri bir arada paralel olarak inceleniyor. Sonuçta analiz çok daha zengin oluyor. ‘Invasion’ adlı dizi var. Örneğin; bunda uzaylıların dünyayı istilası anlatılıyor. Konu hayli basit ve klasik. Ama başlayan istila karşısında toplumun çeşitli kesimlerinden verilen tepki o kadar farklı ki bunların hep beraber ve paralel anlatılması diziye inanılmaz bir sosyolojik zenginlik katıyor. Diziler şimdi ‘Matruşka bebekleri’ gibi. Nasıl ki Matruşka’da her bebeğin içinden başka bebek çıkıyorsa dizilerde de olay içinde olay var. İzleyici artık olayların hepsini bir arada görüp takip etmek istiyor, Belki de bu anlatım türünde devrimi yapan ‘Lost’ dizisidir. Dünya ölçeğinde fenomen olan ve fanatikleri bulunan dizide ana olay örgüsünün alt anlatımlarında adadaki her insanın ayrı bir hikayesi var. Ayrıca adada da birden fazla farklı olayı ortak olarak paylaşıyor insanlar. ‘Lost’ dizisinin senaryosunu yazmak hayli ustalık gerektiren bir iş olmalı. Bilmem hatırlar mısınız; bir ara bizde de çok popüler olan (İkiz Tepeler) ‘Twin Peaks’ adlı bir dizi vardı. Direktörü usta David Lynch olduğundan dizi televizyonda dönüm noktası olan bir devrimi simgelemişti. Orada da çok katmanlı anlatım denendi ve paralel yaşanlarla tek bir sonuca doğru gidilmişti. Lost’un atababası olarak görebileceğimiz Twin Peaks dizisidir. Ayrıca X-Files dizisi de Lost’u etkilemiş dizilerden bir tanesidir. Lost aslında Twin Peaks ile X-Files duyarlılığının bir karışımıdır. Aslında buna Survivor türü programın etkilerini de katmak isteyenler var. Ama ben Survivor türü programları hatırlamak bile istemediğimden bunu kabul etmiyorum. ‘Lost’ hâlâ sürerken bir de ‘Heroes’ adlı dizi çıktı ortaya. Bu bilim kurgunun nasıl değiştiğinin net bir göstergesidir . Değişik katmanlardan oluşan anlatımlar geniş bir seyirci kitlesini yakalamayı başarıyor. Lost’u veya Heroes’i işlemeye başlayıp da tutkunu olmayan insana ben rastlamadım. Vakit geçirtmek anlamında televizyon hâlâ daha ‘aptal kutusu’ olabilir bir bakışa göre ama düşündürmek açısından asla değil... Artık kafa çalıştırmadan en basit diziyi bile anlayarak izlemek mümkün değil (Buna 24 gibi diziler de dahil. Orada temelde basit olan olay karmaşık olarak anlatılıyor ve seyirciden gayret talep ediyor). Vakit geçirtme meselesine gelince şimdi çıkıp “Lost’u veya Heroes’i izlemek yerine vaktimi nasıl değerlendirmem doğru olur ki; ne tavsiye edersiniz?” diyebilirsiniz. Daha eğlenceli bir tavsiyem yok. Yeni dizilerin zihin açtığını bile düşünüyorum. Gayet tabii son analizde kitap tavsiye edebilirim, ama ben kitabın televizyon dizileri ile asla yarışamayacağını bilecek kadar realistim de. Lost dizisini seyretmekte olan bir insana “Bırak onu izlemeyi de Anna Karanina’yı okumaya başla” diyecek kadar tuhaf da değilim. Bu benim bir hayalim olarak kalacak o kadar... Şu da unutulmasın ki; bütün kaliteli romanlar son dizilerdeki çok katmanlı ve paralel yaşam anlatımlarını doğal olarak içerir. İsteyen bu benzerliği kendisi keşfedebilir tabii ki...